Wednesday, February 24, 2010

web faresi

l
http://www.rollip.com/   yüksek kaliteli 40 değişik fotoğraf efekti

http://www.thestationerystudio.com/   kırtasiye canavarlarına

http://vi.sualize.us/   çok geç keşfettim, dünyanın en kullanışlı zamazingosu

http://shuttercal.com/   "günde en az bir fotoğraf" mottosuyla yola çıkanlara

http://www.theselby.com/  yaratıcı kişiliklerin evlerinde dolaşma fırsatı, muhteşem görsellerle

http://musicovery.com/   müziğin iyileştirici gücü...

Sunday, February 21, 2010

flickr faresi : dört mevsim


"bir lokma alabilir miyim?" dedirten fotoğraflar

Sizi bilemem ama ben eğer internette yemek tarifi bakıyorsam, mutlaka fotoğraflı tariflere bakarım. Evet, ben fotoğraf saplantısı olan bir insanım genel olarak, ama yediğim, yiyeceğim şeyin resmini görmem çok önemli. Eskinin o fotoğrafsız, yazıyla dolu yemek ansiklopedilerini hiç anlayamam mesela, benim rafımda yeri olamaz.

Beni tanıyanlar, bundan birkaç yıl önceki fantazi mesleğimin “food styling” olduğunu bilirler. Yemek stilistliği, kendinizin yaptığı veya başka birinin elinden çıkmış bir yemeğin tabakta daha iştah açıcı gözükmesini amaçlayan bir meslek dalı kısaca özetlemek gerekirse. Ülkemizde hala çok niş bir alan olduğunu düşünüyorum. Yani fotoğrafla uğraşan, aynı zamanda mutfağı da kuvvetli arkadaşlar varsa, fantazi mesleğimi öneriyorum onlara.


Resimlerin üzerine tıklayarak direk olarak sayfalara yönlenebilirsiniz:

Kyle Dreier


William Smith


Adam Pearson


Béatrice Peltre



Saturday, February 20, 2010

blog dünyasına gözlerimi açtım

Hayatımın boş ve sıkıntı dolu geçen son bir senesinde bilgisayar başında geçirdiğim zamanı, toplam iş hayatım boyunca geçirdiğimi düşünmüyorum. Bilgisayar başındaki bu zamanı çok mu verimli geçirdim, hayır. Sabah buluşup, yatmadan az önce gözlerimi ayırdığım ekranda, bazen sadece otomatik bir şekilde ekşi’nin “bugün” tuşuna basıp duruyor, bazen blog dünyasına dalıyor, hele bir de güzel fotolarla süslenmiş bir yemek blogu bulmuşsam keyfime diyecek olmuyor, saatlerimi “older entries”e gömülerek geçiriyordum.

Şu son bir yılda bir blog açmamış olmam mucize. Gerçi devamlılığına güvenmeyişimden kimseye söylemediğim birkaç denemem de olmadı değil. Hatta bir tanesi aslında bu blog’un başlangıç noktası. Semper Vivus’u ilk açtığımda bu blog İngilizce idi. Hatta yine blog sahibi olan bir arkadaşıma (decotrends) yollayıp hayır duasını almıştım. Fakat blogu açıp, “bakalım sürekli yazabilecek miyim” diye kendi kendimi denediğim o dönem, herşeyin bana çok ağır geldiği bir dönemdi. Dolayısıyle, “ne blogu arkadaş!” moduna çok kolay girdim ve Semper Vivus’u rafa kaldırdım.

Bugün, bu satırları yazarken, yarın devamını yazmama ihtimalimin, yazma ihtimalimi sekize katladığının çok iyi biliyorum. Kendimi o kadar tanıyorum. Ama farkettim ki, devamı geldiği takdirde bana güzel bir terapi olacak bu blog işi.

Bu blogu ilk olarak kendim için yazıyorum yani. Ama sizinle de paylaşacağım çok şey var. Gelin biraz benim gözlerimden bakın world wide web’e...