Saturday, April 3, 2010

web faresi

http://www.tastespotting.com/   yemek bloglarından seçmeler

http://www.blurb.com/   fotoğraflarınızdan kitap yapın

http://www.savethewords.org/   pretty self-explanatory

http://www.shopbando.com/   aksesuar severler için

http://www.magnumphotos.com/   harcayacak saatleriniz varsa...

http://simplybreakfast.blogspot.com/   kahvaltıda ne yesem

dersimiz texture

Pişirip pişirip İtalya fotoğraflarını koyuyorum önünüze gibi oluyor farkındayım, ama amacım çok amatör bir dijital fotoğraf makinasıyla da harikalar yaratılabileceğini göstermek.  Daha önce de söylediğim gibi İtalya'ya pro bir makina götürmemiştim ama üzerinden üç sene geçmesine rağmen hala oynayıp duruyorum bunlarla:


pozcu kediler

Bütün hayvanlar arasında fotoğrafını çekmeyi en çok sevdiğim hayvan kedi...  Bir kere kedi aşırı estetik bir hayvan. Müthiş simetrik bir suratı var. Oturması, yürümesi çok düzgün.  Mankenlerin podyum yürüyüşüne lafın gelişi catwalk dememişler yani.  Üzeri biblo dizili bir dolabın üzerinde yürüyen bir kedi, bir bibloyu bile kırıp dökmeden yolunu bulur.

Bir de bakışları çok güzeldir kedilerin.  Anlamlı ve sanki poz verir gibi bakarlar.  Geçenlerde gazetenin birinde penguenlerin kameralara poz verdiğinin kanıtlandığını okudum. Ne kadar doğrudur bilmiyorum ama bir bakın bu kediler de poz vermemiş mi?

Fotoğrafların hepsini ben çektim değişik zamanlarda...

aklımdan geçen...

                                                                                      via mols

flickr faresi : ayva çiçek açmış yaz mı gelecek


takı denince akla...

Takı denince "asla" dediğim çok az şey var.  Ama bayıla bayıla "evet" diyeceğim de tek şey var, o da yarı değerli taş.  Bir ara yarı değerli taşla takı işine girmiştim, o zamana kadar pek de anlamıyordum; taşmış, boncukmuş, cammış hiç farketmiyordu.  O işe giriştikten sonra anladım ki, özellikle kolyede taşın verdiği his başka...
Şu aralar en çok istediğim şeylerden biri, bir Nuruosmaniye turu yapıp taş satın almak.  Takı yapmak hiç de zor birşey değil, tabii işin içinde döküm falan olmadıktan sonra...  Birkaç tasarımcının sayfasını paylaşıyorum burdan, belki benim gibi boş vaktiniz ve terapi ihtiyacınız vardır, model çalıp taş dizmek istersiniz...




Thursday, April 1, 2010

* wishlist *

4. Forever 21 Watercolor Falcon Tunic

duvarlar sakın boş kalmasın!

Ben yazma özürlü olduğuma karar verdim.  Çünkü aklımda bir sürü şey var aslında, yani hakkaten birşey yazmasam sadece birkaç fotoğraf koysam da olur ama, inat ettim arkadaş ben neden yazamıyorum?!  Alt tarafı iki cümle yani o kadar okudum ettim, çok ağırıma gidiyor.  Sırf yazamıyorum diye blogu bırakmaktan korkuyorum, zaten bunca zaman "yazamıyorum ben" diye açmadım.  Kabus gibi, kelimeler korkulu rüyam oldu.  Ne desem, nasıl başlasam da hani basın bülteni gibi olmasın falan derken bir saat geçiyor, zaten iki gram hevesim kursağımda kalıyor, lanet edip kalkıyorum, olamaz böyle birşey. 

Diyeceğim şudur ki: fotoğrafı, resmi seviniz, duvarlarınıza asınız, bakıp bakıp ilham alınız. Artık büyüdük seloteyp günlerimiz geride kaldı.  Ama gördüğünüz gibi tek alternatifimiz çerçeve de değil:




zımbalamalı

Yolum Eminönü'ne düşerse ilk alacağım şey zımba.  Pis ve nerdeyse çürümüş bir çift converse'im var.  Oturup onları zımbalayacağım.

Bir de birşeyler kırmak istiyorum acilen. Arka balkondan otoparka bardak fırlatmak istiyorum. Onu da bir ara halletmem lazım.  

...

Sunday, March 28, 2010

archie grand herkesi düşünmüş

Defter dünyasını takip ederim neden bilmiyorum. Öyle günlük tutan tiplerden değilim.  Bir tane moleskine kullanırım her sene.  On tane de boş defter öylece rafta durur.  Ama yeni defter almak hoşuma gider.  Yeni defter başlangıç demektir.  Başlangıçları severim.  Tamam tamam, dramatik bir sebep bulmaya çalışmayacağım.  Sebepsiz bir şekilde defter dünyasını takip ediyorum işte.  Daha doğrusu o dünyayı takip edenleri takip ediyorum.

Geçen gün nette gezinirken Archie Grand defterlerine rastladım.  Aklınıza gelebilecek her konuda fikri olabilecekleri düşünüp, o fikirler havada kalmasın, kağıda dökülsün diye defterler tasarlamış.

Benim hoşuma gitti, "almazsam ölürüm" kadar değil ama olur da bir gün karşılaşırsak neden olmasın?




Archie Grand

flickr faresi: beşiktaşlı değilim ama konu fotoğrafsa siyah-beyazı tek geçerim


1. Malen and Claudia, 2. shining, 3. Untitled, 4. Untitled, 5. ....go for a walk?, 6. The light above, 7. B I R D S, 8. Untitled, 9. _0014976, 10. Untitled, 11. Naumburg, 12. Untitled, 13. Untitled14. Not available15. Not available16. Not available

yemek blogları rejimdekilere kapatılsın!

Dediğim gibi, sayısını bilmediğim kaç gecem internet başında saatlerce yemek bloglarına bakmakla geçti, geçiyor. Mütemadiyen açım.  Çok üzülüyorum, obez miyim neyim inanılmaz birşey.  Doyamıyorum o sayfalara, o fotoğraflara bakmaya.  Sanki annem yemek vermiyor da, o fotolarla avutuyorum kendimi.  Sokağa çıkmaya izni olmayan çocuklar camın önünde oturur arkadaşlarını seyreder ya, bir de öyle garip bir psikolojiyle bakıyorum o sayfalara.

Bir sayfa buldum dün. Aman Allah'ım.  Yani gerçekten çok yemek blogu gezmişimdir, bu ilk 5'e kesin girer. Veya ben tarihi bir mide kazıntısı çekiyordum dün.  Bilemiyorum, buyrun siz karar verin.



Annie's Eats

holga(msı) etkiler

İtalya'ya Holga kameramla gidemedim. Gitseydim de sonuçlar böyle olur muydu, bilmiyorum. Bir oyuncak kamera olmasına rağmen Holga ile fotoğraf çekmek kesinlikle çocuk oyuncağı değil. Uzunca bir deneme yanılma dönemi gerektiriyor. Film kullananlar bana kızacaklar ama neyse ki photoshop var.  Bu arada bu fotoğraflar tamamen amatör bir dijitalle çekildi... Orjinallerini görseniz inanamazsınız.

   
* İlgilenenler için ben bu tutorial'ı biraz değiştirerek uyguladım.

Wednesday, February 24, 2010

web faresi

l
http://www.rollip.com/   yüksek kaliteli 40 değişik fotoğraf efekti

http://www.thestationerystudio.com/   kırtasiye canavarlarına

http://vi.sualize.us/   çok geç keşfettim, dünyanın en kullanışlı zamazingosu

http://shuttercal.com/   "günde en az bir fotoğraf" mottosuyla yola çıkanlara

http://www.theselby.com/  yaratıcı kişiliklerin evlerinde dolaşma fırsatı, muhteşem görsellerle

http://musicovery.com/   müziğin iyileştirici gücü...

Sunday, February 21, 2010

flickr faresi : dört mevsim


"bir lokma alabilir miyim?" dedirten fotoğraflar

Sizi bilemem ama ben eğer internette yemek tarifi bakıyorsam, mutlaka fotoğraflı tariflere bakarım. Evet, ben fotoğraf saplantısı olan bir insanım genel olarak, ama yediğim, yiyeceğim şeyin resmini görmem çok önemli. Eskinin o fotoğrafsız, yazıyla dolu yemek ansiklopedilerini hiç anlayamam mesela, benim rafımda yeri olamaz.

Beni tanıyanlar, bundan birkaç yıl önceki fantazi mesleğimin “food styling” olduğunu bilirler. Yemek stilistliği, kendinizin yaptığı veya başka birinin elinden çıkmış bir yemeğin tabakta daha iştah açıcı gözükmesini amaçlayan bir meslek dalı kısaca özetlemek gerekirse. Ülkemizde hala çok niş bir alan olduğunu düşünüyorum. Yani fotoğrafla uğraşan, aynı zamanda mutfağı da kuvvetli arkadaşlar varsa, fantazi mesleğimi öneriyorum onlara.


Resimlerin üzerine tıklayarak direk olarak sayfalara yönlenebilirsiniz:

Kyle Dreier


William Smith


Adam Pearson


Béatrice Peltre



Saturday, February 20, 2010

blog dünyasına gözlerimi açtım

Hayatımın boş ve sıkıntı dolu geçen son bir senesinde bilgisayar başında geçirdiğim zamanı, toplam iş hayatım boyunca geçirdiğimi düşünmüyorum. Bilgisayar başındaki bu zamanı çok mu verimli geçirdim, hayır. Sabah buluşup, yatmadan az önce gözlerimi ayırdığım ekranda, bazen sadece otomatik bir şekilde ekşi’nin “bugün” tuşuna basıp duruyor, bazen blog dünyasına dalıyor, hele bir de güzel fotolarla süslenmiş bir yemek blogu bulmuşsam keyfime diyecek olmuyor, saatlerimi “older entries”e gömülerek geçiriyordum.

Şu son bir yılda bir blog açmamış olmam mucize. Gerçi devamlılığına güvenmeyişimden kimseye söylemediğim birkaç denemem de olmadı değil. Hatta bir tanesi aslında bu blog’un başlangıç noktası. Semper Vivus’u ilk açtığımda bu blog İngilizce idi. Hatta yine blog sahibi olan bir arkadaşıma (decotrends) yollayıp hayır duasını almıştım. Fakat blogu açıp, “bakalım sürekli yazabilecek miyim” diye kendi kendimi denediğim o dönem, herşeyin bana çok ağır geldiği bir dönemdi. Dolayısıyle, “ne blogu arkadaş!” moduna çok kolay girdim ve Semper Vivus’u rafa kaldırdım.

Bugün, bu satırları yazarken, yarın devamını yazmama ihtimalimin, yazma ihtimalimi sekize katladığının çok iyi biliyorum. Kendimi o kadar tanıyorum. Ama farkettim ki, devamı geldiği takdirde bana güzel bir terapi olacak bu blog işi.

Bu blogu ilk olarak kendim için yazıyorum yani. Ama sizinle de paylaşacağım çok şey var. Gelin biraz benim gözlerimden bakın world wide web’e...